Tüketici Kanunu ve İkincil Mevzuatı Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un otomotiv sektörü açısından getirdikleri

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim M. Atamer

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) 28 Mayıs 2014 günü itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun genel gerekçesinde şu ifadelere yer verilmektedir: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve ilgili mevzuat 1995 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana tüketicinin korunması hukuku Türkiye’de önemli bir gelişme kaydetmiş; 2003 yılında gerçekleştirilen kapsamlı değişiklikler de tüketici hareketine ek bir ivme kazandırmıştır. Ancak bu düzenlemelerin tümünün, Avrupa Birliği (AB) mevzuatı ile tam uyumunun sağlanması için gözden geçirilmesi ve kısmen yeniden kaleme alınması ihtiyacı özellikle AB-Türkiye tarama toplantıları çerçevesinde kendisini göstermiştir. Nitekim Yasanın ele aldığı konular ve madde gerekçelerinden de anlaşıldığı üzere genelde konunun temelinde yatan AB yönergeleri hep dikkate alınmaya çalışılmış ve bunların iç hukuka aktarılması hedeflenmiştir. Ancak ne yazık ki kanunun hazırlık sürecinde yayınlanan tasarılardan, bilimsel eserlerde ve konferanslarda yapılan katkılardan zaman zaman ayrılarak, eski kanunda eleştirilen ve çıkarılması veya değiştirilmesi teklif edilen bir dizi başlık yeniden, son aşamada kanuna eklenmiştir. AB uyumu sağlamak adına yola çıkan kanun koyucu bazı temel noktalarda yine 1995 kanununda eleştirilen düzeye geri gitmiştir.Bu tür sorunların yaşandığı başlıklardan biri de ne yazık ki satım sözleşmesidir. Aşağıda kısaca satım sözleşmesine dair bazı temel noktalar ve tespit edilen bu tür eksiklikler üzerinde durulacaktır.

Her sözleşmede olduğu gibi satım sözleşmesinde de başlıca sorun sözleşmeye aykırılık halinin tespiti ve bu durumda tarafların sahip olacağı haklardır. Sözleşmeye aykırılığın, yani ayıplı bir mal tesliminin ne zaman söz konusu olacağı TKHK m. 8’de tanımlanmıştır. Bu tanım maddesi AB’nin tanım maddesi ile örtüşmediği gibi kanun yazma tekniği açısından da uzunluğu ve karmaşıklığı itibariyle sorunludur. Aslında özünde iki tür ayıp vardır: sübjektif ve objektif ayıplar. Sübjektif olanlar tarafların sözleşmede kararlaştırdığı varsayılabilecek özellikleri göstermeyen bir malda söz konusu olur. Yani tarafların sübjektif iradelerine uygun bir mal değildir. Objektif ayıp ise tarafların sözleşmede hiç kararlaştırmamış olmasına rağmen aynı tür/kategori malda hepimizin haklı olarak bekleyeceği özellikleri göstermeyen mallar için kullanılan terimdir. Nitekim 8. maddede ifade edilen bütün hallerin bu iki kategoriden biri altında ele alınması mümkündür. Örnek ya da model, ambalaj, etiket, reklam ve ilanlarda bildirilen ya da satıcı tarafından ayrıca bildirilen özelliklere aykırılık her zaman sübjektif bir ayıptır. Zira bunların hepsi alıcıya bir türlü bildirilmiş özelliklerdir ve malda eksiktirler. Buna karşılık, teknik düzenlemedeki özelliklere aykırı veya muadili malların kullanım amacını karşılamayan veya tüketicilerin makul olarak beklediği faydaları azaltan mallar objektif açıdan ayıplı mallardır. Sonuçta, ayıp tanımı büyük bir değişiklik görmemiş, eski komplike ifade muhafaza edilmiştir.

Ayıbın ispatı açısından AB satım hukuku yönergesinde kabul edilmiş tüketici lehine bir karine Türk hukukuna da aktarılmıştır. Buna göre teslim tarihinden itibaren ilk 6 ay içinde ortaya çıkan ayıpların teslim tarihinde var olduğu kabul edilir. Yani bu durumlarda alıcının ayıbın kendisinden kaynaklanmadığını ispatlaması gerekmez; aksine satıcının, malın ayıpsız teslim edildiğini ve sorunun tüketiciden kaynaklandığını ispatlaması gerekir. Kuşkusuz bu karine önemli bir ispat kolaylığı getirmektedir. Özellikle komplike ürünler açısından da işin doğasına daha uygun olan karinedir. Yani beşinci ayda çalışmayan bir arabanın veya bilgisayarın kullanım hatası nedeniyle değil de, zaten teslim anında mala içkin bir ayıbın varlığı nedeniyle bu hale geldiğini kabul etmek daha akla yakındır. Kuşkusuz malın veya ayıbın niteliği aksinin kabulünü gerektirebilir. Örneğin bir arabanın koltuğundaki sigara yanığı veya zaten ancak 3-4 ay kullanım ömrü olan bir mal açısından bu karine uygulanmayacaktır.

Yine AB Yönergesine paralel olarak muayene ve ihbar külfeti TKHK’a alınmamıştır. Yani tüketici, malın tesliminden itibaren başlayan 2 yıllık zamanaşımı süresi içinde ayıp ne zaman ortaya çıkarsa o zaman seçimlik haklarından faydalanabilir. Ne malı teslim aldığında muayene etmesi ne de ayıbı tespit ettiğinde belirli bir sürede ihbar etmesi gereği yoktur.

Bir malın teslim anında ayıplı olduğunun tespit edilmesi halinde tüketicinin seçimlik hakları neler olacaktır? Bu konuda AB Yönergesi aslında satıcı ve alıcı arasındaki dengeyi çok güzel şekilde oturtmaktadır. Buna göre tüketici ilke olarak önce sözleşmeyi ayakta tutan seçimlik haklarını, yani tamirat veya yenisi ile değiştirmeyi kullanacaktır. Ancak bunun mümkün olmaması veya satıcı için orantısız güçlükler doğuracak olması veya satıcının tamirat veya yenisi ile değiştirmeyi makul bir sürede gerçekleştirememesi veya satıcının tamirat veya yenisi ile değiştirmeyi tüketiciye önemli bir rahatsızlık vermeden gerçekleştirememesi halinde alıcı semen tenzili veya sözleşmeden dönme haklarını kullanabilecektir. Yani, Yönerge hakların kullanımında kademeli bir sistem kabul etmiştir. Bu şekilde tüketicinin ilk ayıpta hemen sözleşmeden dönmesi engellenmek istenmiştir. Yönerge bununla da yetinmemiş, sözleşmeye aykırılığın önemsiz olması halinde dönme hakkını tümden kaldırmıştır.

Tüketicinin seçimlik haklarını düzenleyen TKHK m. 11’e bakıldığında ise bu türden bir kademelendirme görmek mümkün değildir. Tüketici, hiçbir sınırlama olmaksızın sözleşmeden dönme hakkını da kullanabilmektedir. Nitekim Yargıtay uygulaması da bugüne kadar tüketicinin tercih hakkına sınırlama getirilmesini engelleyen bir çizgide olmuştur. Oysa otomobil gibi yüksek değerde mallar açısından düşünüldüğünde bu yaklaşım yanlıştır. Bu kadar çabuk sözleşmenin sonlandırılmasına izin verilmesi Borçlar Kanununda (BK) başka sözleşme tiplerinde de kabul edilmemiştir. Gerek kira gerek eser sözleşmesinde hep ayıbın belirli bir ağırlıkta olması dönmenin ön koşuludur. Satım hukukunda da hakimin yeri geldiğinde alıcının dönme hakkını kullanmasını engelleme imkanı vardır. Bu durumda yapılması gereken, en azından Borçlar Kanununda var olan bu sınırlamaları TKHK m. 83 aracılığıyla tüketici sözleşmelerinde de uygulamaktır. 

Diğer yandan kanun koyucu ücretsiz onarım veya değiştirme hakkını kullanan tüketiciye karşı satıcının bir savunma ileri sürmesine imkan tanımıştır. Buna göre bu iki haktan birinin kullanılması satıcı için orantısız güçlükleri beraberinde getirecekse tüketici sözleşmeden dönme veya semen tenzili haklarını kullanmaya zorlanabilir. Bu orantısızlığın tayininde özellikle malın ayıpsız değeri, ayıbın önemi ve diğer seçimlik haklara başvurmanın tüketici açısından sorun teşkil edip etmeyeceği gibi hususlar dikkate alınacaktır. Özellikle ayıbın önemsiz olduğu bir ihtimalde tüketicinin yine de değiştirme hakkını kullanmak konusunda ısrar etmesi halinde satıcının semen tenzili hakkının kullanılmasını savunma olarak ileri sürebilmesi veya dönmeyi tercih etmesi mümkün olacaktır bu şekilde. Eğer bu iki seçimlik hakkın kullanılması konusunda bir sınırlama söz konusu değilse m. 11(4) uyarınca satıcının talebin kendisine yöneltilmesi anından itibaren menkullerde 30 gayrimenkullerde 60 işgünü içinde değiştirme veya tamiri gerçekleştirmesi gerekir.

Tüketicinin bu dört seçimlik hakkını kime karşı kullanacağı sorusu ise ne yazık ki yine içinden çıkılmaz bir manzara arz etmektedir. AB Yönergesi sadece satıcı-tüketici ilişkilerini düzenler. Satıcı veya imalatçının ayrıca, isterlerse gönüllü bir garanti taahhüdünde bulunmaları mümkündür. Yönerge bu gönüllü taahhüdün içeriği hakkında sınırlı düzenlemeler yapmakla yetinmiştir. Nitekim TKHK’u kaleme alanlar da Yönergenin bu sistemini büyük ölçüde takip etmek, zorunlu garanti sisteminden vaz geçmek ve imalatçıya karşı ancak sınırlı bazı seçimlik hakların kullanılmasına imkan tanımak görüşündeydi. Yayınlanan ilk tasarılar da hep bu yönde olmuştur. Ancak kanunda son aşamalarda yapılan bir değişiklik ile yine zorunlu garanti (m. 56) geri gelmiş ama bir de ihtiyari garanti (m. 57) ve m. 11’de satıcının yanı sıra imalatçıya karşı ileri sürülebilecek seçimlik haklar düzenlenmek suretiyle anlamsız bir talep çokluğu yaratılmıştır. Bir yandan m. 11(2) sadece değiştirme ve tamirat haklarının imalatçıya karşı kullanılabileceğini düzenlerken diğer yandan m. 56 ve ona bağlı olarak çıkarılan Yönetmelik dört seçimlik hakkın imalatçıya karşı kullanılabileceğini ifade etmiş, önce satıcıya gitme zorunluluğu olup olmadığı, dönme halinde bedel iadesini kimin yapacağı soruları da bir kez daha cevapsız kalmıştır. Üzerinde bu kadar tartışılan, mahkeme uygulamasında yıllardır soru yaratan konuların bir kez daha yepyeni bir kanunda yine açık kalmış olması açıkçası anlaşılmaz bir durumdur.

 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Murat İnceoğlu

Tüketici hukukunda ikincil mevzuatın otomotiv sektörüne getirdikleri

Bilindiği üzere 4077 sayılı eski kanuna göre önemli değişiklik ve yenilikler içeren 6502 sayılı yeni Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun 27 Mayıs 2014’te yürürlüğe girdi. Esas olarak AB mevzuatı ile uyumu sağlamak hedefi de bulunan yeni kanunun kabul edilmesinin hemen ardından da Haziran içerisinde otomotiv sektörünü yakından ilgilendiren üç adet yönetmelik, Resmi Gazete’de yayınlanarak kabul edildi. Yeni kanuna paralel olarak bu yönetmelikler de eski mevzuata nazaran önemli bazı farklılıklar içeriyor. Bu nedenle söz konusu farklılık ve yeniliklere dikkat çekilmesinde yarar bulunuyor.

Garanti Belgesi Yönetmeliği

4077 sayılı eski Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da olduğu gibi 6502 sayılı yeni Kanun’un 56. maddesi de AB mevzuatında ve AB üye ülkelerin hukuklarında yer almayan zorunlu garanti yükümlülüğüne yer vermiş durumda. Buna bağlı olarak da Garanti Belgesi Yönetmeliği 13 Haziran 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak kabul edildi.

Söz konusu yönetmelikte göze çarpan ilk özellik, tüketicinin, sözleşmeden dönerek bedel iadesi, ayıp oranında bedel indirimi veya malın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesini satıcıdan talep edebilmesi için gereken şartlara ilişkin. Yönetmeliğin 9. maddesine göre,

  1. Malın garanti süresi içinde tekrar arızalanması,

  2. Tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya,

  3. Tamirinin mümkün olmadığının, yetkili servis istasyonu, satıcı, üretici veya ithalatçı tarafından bir raporla belirlenmesi,

halinde, tüketici yukarıda anılan seçimlik haklarından birini kullanabilecek. Diğer bir ifadeyle tüketicinin sözleşmeden dönerek bedelin iadesini isteyebilmesi veya malın benzeri ile değiştirilmesini talep edebilmesi için malın iki yıllık garanti süresi içerisinde ikinci bir kez arızalanması yeterli görüldü. Üstelik bu arızanın aynı arıza olması veya maldan yararlanamamayı sürekli kılması şartı da aranmadı.

Oysa eski yönetmeliğe bakıldığında, tüketicinin bu haklarını kullanabilmesi, ancak malın tüketiciye teslim edildiği tarihten itibaren, belirlenen garanti süresi içinde kalmak kaydıyla, bir yıl içerisinde; aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla meydana gelmesi veya belirlenen garanti süresi içerisinde farklı arızaların toplamının altıdan fazla olması unsurlarının yanı sıra, bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kılmasına bağlı.

Görüldüğü üzere yeni yönetmelik, bu konuda sözleşmeden dönme veya malın yenisi ile değiştirme taleplerinin kullanılmasının şartlarını – adaletsiz bir şekilde – tüketici lehine fazlasıyla kolaylaştırmış durumda. Özellikle otomotiv gibi değeri çok yüksek bir malın iki senelik garanti süresi içinde – hiç bir ayrım yapılmaksızın – iki kere arızalanması halinde, otomobilin tüm değerinin iadesi veya yenisi ile değiştirilmesi yükümlülüğünün öngörülmüş olması hiç şüphesiz tüketicinin korunması gerekliliğinin çok ötesine geçen bir düzenleme oldu.

Her ne kadar Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 56. maddesi de benzer bir ifade taşımakta ise de söz konusu kanun hükmünün uygulama esasları, yönetmelikle belirleniyor. Bu nedenle yönetmeliğin yapması gereken, söz konusu hakların kullanılmasının sınırlarını öngörmek.

Sonuç olarak AB mevzuatında yer almayan ve bu nedenle ülkemizdeki mevcudiyeti de son derece tartışmalı olan zorunlu garanti yükümlülüğünün kapsamının bu derece genişletilmiş olması, otomotiv sektörünü son derece sıkıntıya sokabilecek bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor. Yönetmeliğin değişmemesi halinde, tek temenni Yargıtay’ın dürüstlük kuralının da yardımı ile bu konuda bazı sınırlamalar kabul etmesi.

Satış Sonrası Hizmetler Yönetmeliği

13 Haziran 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir diğer yönetmelik ise Satış Sonrası Hizmetler Yönetmeliği’dir. Bu yönetmelikte, otomotiv sektörünü ilgilendiren en önemli değişiklik, garanti süresi dolmamış olan mallarının tamirinin 10 iş gününden uzun sürmesi halinde tüketiciye benzer bir malın verilmesi zorunluğunun getirilmiş olması. Yönetmeliğin 14. maddesinin 4. fıkrasına göre, malın garanti süresi içerisinde yetkili servis istasyonuna veya satıcıya tesliminden itibaren arızasının 10 iş günü içerisinde giderilememesi halinde, üretici veya ithalatçının; malın tamiri tamamlanıncaya kadar, benzer özelliklere sahip başka bir malı tüketicinin kullanımına tahsis etmesi zorunlu. Ancak, benzer özelliklere sahip başka bir malın tüketici tarafından istenmemesi halinde üretici veya ithalatçılar bu yükümlülükten kurtulur. Bununla birlikte  tüketicinin benzer bir malı istemediğine ilişkin ispat yükü üretici veya ithalatçıya ait.

Söz konusu yönetmelikte, dikkati çeken diğer bir yenilik, uygulamada zaman zaman sıkıntılara yol açan ithalatçının faaliyetine son vermesi veya ithalatçının değişmesi konusunun düzenlenmiş olması. Yönetmeliğin 14. maddesinin 5. fıkrasına göre, ithalatçının ticari faaliyetinin herhangi bir şekilde sona ermesi hâlinde mala ilişkin bakım ve onarım hizmetlerinin sunulmasından garanti süresi boyunca satıcı, üretici ve yeni ithalatçı müteselsilen sorumlu tutuldu. Garanti süresi bittikten sonra ise kullanım ömrü süresince bakım ve onarım hizmetlerini üretici veya yeni ithalatçının sunması zorunludur. Hüküm ifadesi bu açıdan açık değilse de ithalatçının ticari faaliyetinin sona ermesi ifadesi geniş anlaşılmalı ve yukarıda açıklanan esasın ithalatçının değişmesi halinde de geçerli olması gerekir.

Bir diğer değişiklik ise yedek parçalara ilişkin. Eski yönetmelikte, değiştirilen yedek parçaların; garanti süresi içerisinde tüketiciye gösterilmesi, garanti süresi dışında ise tüketiciye iade edilmek zorunluluğu mutlak bir şekilde kabul edilmiş iken, yeni yönetmelik, bu konuda 1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu hükümlerinin saklı olduğunu ifade etti. Diğer bir anlatımla, söz konusu kanun uyarınca usulüne uygun bir şekilde bertaraf edilmesi gereken katı ya da tehlikeli atık niteliğindeki yedek parçaların tüketiciye verilmemesi gerektiği açıkça düzenlenmiş oluyor.

Tanıtma ve Kullanma Kılavuzu Yönetmeliği

13 Haziran 2014 tarihli Resmi Gazete’de kabul edilen, ancak diğerlerinden farklı olarak 1 Ocak 2015 tarihinde yürürlüğe girecek olan bir diğer yönetmelik, Tanıtma ve Kullanma Kılavuzu Yönetmeliği’dir. Bu yönetmeliğin en dikkat çekici özelliği, yönetmeliğin amacının,  1. maddede, tüketicinin kullanımına sunulan malların tanıtma ve kullanma kılavuzuna ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğunun açıklanmış olması.

Böylece Türkçe tanıtma ve kullanma kılavuzu hazırlama zorunluluğunun sadece tüketicilere sunulan mallar bakımından söz konusu olacağı açıklığa kavuşmuş ve eski yönetmelikten kaynaklanan belirsizlik giderilmiş oluyor. Bu bağlamda tüketicilere satışı yapılmayan otobüs ya da kamyon gibi ticari araçlar açısından  Türkçe tanıtma ve kullanma kılavuzu hazırlama zorunluluğunun mevcut olmadığının artık kesin olarak ifade edilmesi mümkün gözüküyor.

Bu yönetmelikte, ayrıca tanıtma ve kullanma kılavuzunun tüketiciye elektronik ortamda sunulması imkanı da kabul edildi. Tanıtma ve kullanma kılavuzunun elektronik posta ya da CD gibi bir kalıcı veri saklayıcısı ile tüketiciye sunulması halinde bu bilgiler ayrıca üretici veya ithalatçının internet sitesinde de yer almalı. Ancak bu husus tüketicinin aksi yönde bir talepte bulunmamış olmasına bağlı. Zira söz konusu hükme göre, üretici veya ithalatçının internet sitesinin bulunmaması ya da tüketicinin talep etmesi halinde tanıtma ve kullanma kılavuzunun, herhangi bir ücret talep edilmeksizin ayrıca kâğıt üzerinde tüketiciye verilmesi gerekecek.

Sonuç

Yukarıda da ifade edildiği üzere, otomotiv sektörünü yakından ilgilendiren bu üç Yönetmelik içinde en önemli değişiklik, tüketicinin sözleşmeden dönerek bedel iadesi isteyebilmesi veya malın benzeri ile değiştirilmesini talep edebilmesi için malın iki yıllık zorunlu garanti süresi içerisinde ikinci bir kez arızalanmasının yeterli görülmüş olması. Bu hususun tüketicinin korunması amacının çok ötesine geçen ve otomotiv sektörünü son derece zora sokabilecek olan adaletsiz bir düzenleme olduğu açık. Üstelik söz konusu yönetmelik, Resmi Gazete’de yayınlanması tarihi olan 13 Haziran 2014’te yürürlüğe girmiş durumda. Yapılması gereken bu hükmün bir an önce değiştirilmesi ve dönme ve değiştirme taleplerinin en azından eski yönetmelikte olduğu gibi söz konusu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kılmasına bağlanmasıdır.

 


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next