Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Selva Demiralp

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi

Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırmalar Forumu Direktörü

“Dış ilişkiler, ekonomik risklerde etkili olmaya devam edecek”

 “Son dönemde dünya genelinde çevreci politikaların daha güçlü telaffuz edildiğini gözlemliyoruz.  Özellikle Christine Lagarde’ın ECB’nin başına geçmesi ile birlikte iklim değişikliği Avrupa Merkez Bankası politikalarında bir adım öne çıktı. Dolayısı ile Türkiye’nin çevreye duyarlı üretim konusunda göstereceği hassasiyet ve yapacağı yatırımlar meyvesini verecek ve ihracat pazarlarında payını artırmasında önemli bir rol oynayacaktır.”

 

Türkiye ekonomisinin 2020’de genel olarak nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz? Türkiye ekonomisini bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

Yeni Ekonomik Programda konulan hedefler çerçevesinde değerlendirdiğimizde 2020’de büyümenin birincil öncelik olacağını görüyoruz. Hükümet kanadından gelen sinyaller Merkez Bankası’nın da bu konuda destek vereceğine ve faiz indirimlerine devam edileceğine işaret ediyor. Öte yandan enflasyon beklentilerinde kalıcı bir düşüş sağlanmadan gelen faiz indirimlerinin piyasadaki reel faizleri negatif seviyelere çekmekte olduğunu da görüyoruz. Bu durumun 2020’de Türkiye ekonomisi için önemli bir risk olabileceğini düşünüyorum. Çünkü negatif reel faiz bir taraftan TL tasarrufları azaltarak döviz talebini artırabilir, diğer taraftan harcamaları ve dolayısı ile büyümeyi destekleyerek cari açığı artırır ki her iki durumda da kur üzerindeki yukarı yönlü baskılar artarak finansal istikrar açısından risk doğurur.

Bu noktadan hareketle 2020 için bir diğer önemli riskin fiyat istikrarı olduğunu düşünüyorum. 2019’da hem düşük büyüme hem baz etkisi hem de yılın ilk yarısında uygulanan sıkı para politikası duruşu sayesinde enflasyonda 8 puanlık bir düşüşle yüzde 12 seviyesine indik. Ancak 2019’un ikinci yarısından itibaren TCMB’nin bir faiz indirim döngüsü başlatmış olduğunu görüyoruz.  Bu hızlı gevşeme döneminin koyulan enflasyon hedefi ile tutarlı olmadığını düşünüyorum. Bir önceki seneden farklı olarak büyümede güçlenme emareleri görüldüğü anda fiyatlar üzerindeki yukarı yönlü baskılar da tekrar devreye girebilir. Ayrıca beklenti oluşumu açısından Merkez Bankası’nın güvercin duruşunun  enflasyonla mücadele konusundaki inancı zedelediğini düşünüyorum.

Döviz kurlarında hareketliliğin önümüzdeki dönemde devam etmesini bekliyor musunuz? Döviz kurlarının seyrinde neler etkili olabilir?

Döviz kurlarındaki hareketlilik arz ve talepteki değişmelerden kaynaklanıyor. Döviz talebini belirleyen önemli bir faktör yerli para birimine ödenen faiz oranıdır. TL’ye ödenen faizin düşmesi, hele de negatif seviyelere inmesi vatandaşların tasarruflarını dövize yönlendirmelerinde önemli bir sebep.  Faizler düşerken risk primimizin artıyor olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda TL cinsi varlıkların yabancı yatırımcı açısından da cazip olmadığını görüyoruz.

Döziz kurlarının seyrinde içeride izlenen politikaların yarattığı risklere ilave olarak global konjonktür ve jeopolitik risklerin de önemli belirleyiciler olduğunu unutmamak lazım. Şayet FED (ABD Merkez Bankası) ve ECB (Avrupa Merkez Bankası) gibi büyük merkez bankaları gevşek para politikası duruşlarına devam ederlerse (ki şu an itibarıyla gelen sinyaller bu yönde) bu durum bizim lehimize işler. Çünkü döviz arzı artar. Öte yandan dış ilişkilerde özellikle Suriye’deki gelişmeler ülke riskimizi ve dolayısı ile TL cinsi varlıklara olan talebi doğrudan etkileyen faktörler.

 “Önümüzdeki dönemde korona virüsü potansiyel bir risk olmaya devam ediyor. Avrupa’nın motoru gibi görülen Almanya’nın önemli bir ihracat pazarının Çin olması bu noktada önemli.”

Önümüzdeki süreçte FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın izleyeceği politikalar hakkında öngörülerinizi alabilir miyiz?

Her iki merkez bankasının da 2020’de oldukça destekleyici politikalar izleyeceğini tahmin ediyorum. FED cephesinden gelen son sinyaller oldukça güvercin. Powell son toplantıda enflasyonun yüzde 2’nin altında kalması konusunda rahatsızlıklarını bir kez daha vurguladı. Tahvil alımlarına en azından 2020’nin ikinci çeyreğine kadar devam edileceği söylendi. ECB cephesinden de benzer sinyaller alıyoruz.  Yeni başkan Lagarde, Draghi döneminde açıklanan tahvil alım politikaların devam edeceğine işaret etti. Yine Draghi gibi Avrupa Bölgesinin ekonomik sorunlarının salt para politikasıyla çözümlenemiyeceğini, negatif faiz politikasının riskleri olduğunu,  maliye politikası ve yapısal reformların para politikasına destek vermesi gerektiğini söyledi. Eski bir  siyasetçi olan Lagarde’in bu noktada Draghi’den daha avantajlı bir durumda olduğunu ve Euro bölgesi hükümetlerinden destek alma konusunda daha başarılı olabileceğini umuyorum.

FED ve ECB’nin destekleyici para politikası uygulaması bir yere kadar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin işine geliyor. Eğer durgunluk riski çok yüksek değilse ve uygulanan politikalar ihtiyati politikalar ise bu durum gelişmekte olan ülkelere sermaye akışını destekliyor. Ama eğer ciddi bir durgunluk riski baş gösterirse o noktada risk iştahı ciddi şekilde azalıyor. Her ne kadar ABD ya da Avrupa’da 2020’de belirgin bir yavaşlama tahmin edilmese de bu tür tahminlerin sıkça değişebildiğini unutmayıp temkinli yaklaşmakta fayda var.

“Euro Bölgesi’nde 2020’de de yüzde 1 civarında bir büyüme bekleniyor”

Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı konumundaki Avrupa Birliği ülkelerindeki ekonomik gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Brexit’in ne gibi etkileri oluyor?

Avrupa’dan son gelen rakamlara baktığımızda 2019’da Euro Bölgesi’nde yüzde 1 ile yedi yılın en düşük büyüme rakamının gerçekleştiğini görüyoruz. Bir momentum kaybı politika yapıcılar tarafından da teleffuz edilmekle birlikte 2014 sonrası dönemde negatif büyüme görülmemiş olmasını sürdürülebilir büyüme açısından bir başarı olarak görenler de var. Buradan hareketle 2020’de de yüzde 1 civarında bir büyüme bekleniyor.

Büyümede daha yüksek rakamlar elde edilememesi  kısmen para politikası ve maliye politikasının bir türlü uyum içinde çalışamamasından, kısmen ticaret savaşlarının global talep üzerindeki yavaşlatıcı etkisinden, kısmen de Brexit’ten kaynaklanıyor.  Anlaşmasız Brexit’in yarattığı politik ve ekonomik belirsizlik talebi baskılayan önemli bir faktör.

Önümüzdeki dönemde korona virüsü potansiyel bir risk olmaya devam ediyor. Avrupa’nın motoru gibi görülen Almanya’nın önemli bir ihracat pazarının Çin olması bu noktada önemli.

Son dönemde dünya genelinde çevreci politikaların daha güçlü teleffuz edildiğini gözlemliyoruz.  Özellikle Lagarde’ın ECB’nin başına geçmesi ile birlikte iklim değişikliği ECB politikalarında bir adım öne çıktı. Dolayısı ile Türkiye’nin çevreye duyarlı üretim konusunda göstereceği hassasiyet ve yapacağı yatırımlar meyvesini verecek ve ihracat pazarlarında payını artırmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Merkez bankalarının diğer ekonomik faktörlerle birlikte iklim değişikliğinin de fiyatlar ve ekonomi üzerindeki etkilerini değerlendirip buna göre politikalar geliştirmesi, finansal sistemin iklim değişikliğinin yaratacağı olası risklerden etkilenmemesi için tetikte olması beklenen adımlar. Ancak ECB özelinde acaba ilave bir adım atılır ve tahvil alımları konusunda iklime duyarlı şirketlere öncelik verilir mi sorusu şu sıralar gündemde. Bu tür bir adıma Merkez Bankası bağımsızlığını yıpratabileceği için pek ihtimal vermemekle birlikte iklim değişikliği konusunun bulaşıcı bir etkiyle yakın dönemde gündemdeki payını artacağını düşünüyorum.

Sürdürülebilir büyüme neden önemli? Bu konuda biz neredeyiz?

Büyümenin sürdürülebilir olması bir seneden diğerine önemli iniş çıkışlar yaşamaması anlamına geliyor. Ekonominin çok hızlı büyümesi enflasyon yaratır ki enflasyon gelir dağılımında bozulma, tasarrufları zayıflatma, dış borcu artırma, belirsizlik yaratarak yatırımların önüne geçme gibi problemleri beraberinde getirir. Ekonominin çok yavaş büyümesi ise işsizlik yaratır, vergi gelirlerini düşürür. Dolayısı ile ekonomi için en sağlıklı olan büyüme iniş çıkış yaratmadan bir yıldan sonraki yıla sürdürülebilir olan büyümedir. Bu ise ekonominin potansiyel büyüme hızı dediğimiz uzun vadeli ortalama büyümesidir.

Para ve maliye politikasının amacı ekonomiyi sürdürülebilir büyüme hızında tutmak ve kısa vadede aşırı ısınmaya sebep olabilecek salt büyüme odaklı politikalardan kaçınmak olmalıdır. Türkiye’nin büyüme patikasına baktığımızda malesef benzer gelişmekle olan ülkelerden daha oynak bir yol izlediğimizi görüyoruz. Hızlı büyüme dönemlerini yükselen enflasyon, kur ve sonrasında talepte görülen hızlı daralma dönemleri izliyor. Bunun yerine daha istikrarlı büyüme hedefleri belirlenmesi toplumsal refahı artıracak ve potansiyel üretim kapasitemizi de artıracaktır.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next