Deloitte Türkiye Ekonomi Danışmanı Dr. Murat Üçer Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Ekonomide belirgin bir yavaşlama kaçınılmaz

Deloitte Türkiye’nin Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, Türkiye ekonomisi büyüme dinamikleri açısından kritik bir eşiğe geldi. Kapsamlı bir ekonomik program kurgulanmadan ve siyasi istikrara kavuşmadan Orta Vadeli Program hedefleri artık oldukça iyimser kalıyor…

Deloitte Türkiye Ekonomi Danışmanı Dr. Murat Üçer tarafından hazırlanan “Ekonomik Görünüm – Büyü(yeme)me Sancıları” raporu yayımlandı. Raporda hem küresel ekonomi hem de Türkiye ekonomisindeki gelişmeler değerlendirildi. Hazırlanan raporda büyümede son yıllarda hem bir yavaşlama hem de kalite konusunda sorunlar olduğu vurgulandı. Uzun vadeli sürdürülebilir büyümenin kaynağı olan üretkenlik artışlarının son yıllarda yerinde saydığı ve reel ücret artışlarının da bunun çok üzerinde seyrettiği belirtildi. Diğer taraftan ekonominin arz tarafındaki bu soruna ek olarak ‘makro kırılganlıkların’ oldukça yüksek seyrettiğinin de altı çizildi.

Bu klasik kırılganlık unsurlarından olan enflasyon tarafında küresel koşullar düşünüldüğünde yüzde 5’lik hedefin dahi yüksek kaldığı vurgulanırken, Türkiye’de enflasyon trendinin yüzde 8 civarında katılaşmış göründüğü belirtildi. Cari açığın ise petrol fiyatındaki yarı yarıya düşüşe rağmen, halen 35 milyar dolar civarlarında, GSYH’ye oranla ise yüzde 5 gibi yine oldukça yüksek bir oranda olduğu hatırlatıldı. Özellikle son dönemdeki bozulmada güvenlik sorunları nedeniyle turizmde yaşanan büyük kayıplar etkili olmakla birlikte, düşük büyümemize ve kurda sert değer kaybına rağmen “çekirdek” dengedeki bozulmanın dikkat çekici olduğu vurgulandı. Büyümenin tetikleyicileri olan dört ana motordan özel tüketim, kamu harcamaları, özel yatırım ve ihracat kompozisyonunda da, sadece özel tüketim ve kamu harcamalarının ağırlığı çektiği aktarılan raporda, bunun sağlıksız bir yapıya işaret ettiğinin açık olduğu söylendi ve Türkiye özelinde büyümenin daha çok yatırım ve ihracat ağırlıklı olmasının arzulandığı belirtildi. Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin büyüme dinamikleri açısından kritik bir eşiğe geldiği vurgulanan raporda, kapsamlı bir ekonomik program kurgulanmadan ve siyasi istikrara kavuşmadan Orta Vadeli Program hedeflerinin maalesef oldukça iyimser kaldığı aktarıldı.

Küresel ekonomi

Dünya ekonomisi 2016 yılını da oldukça vasat bir büyüme ile kapatıyor. Bir miktar iyileşme beklenmekle beraber, 2017 riskler ve belirsizliklerle dolu bir yıl. Diğer yandan enflasyonda belli bir katılık oluşmuş durumda. Enflasyonu düşürmek için çok kapsamlı bir yaklaşıma, bir toplumsal uzlaşıya gerek olduğu görülüyor; bunun olmadığı bir senaryoda, enflasyonda kalıcı bir düşüş beklemek pek mümkün görünmüyor. Yılın başında olumluya dönen gelişmekte olan ülkelere dönük algı sürüyor, bu çerçevede gelişmiş ekonomilerle gelişmekte olan ekonomiler arasındaki son yıllarda daralan büyüme makasının 2016’da ikincisi lehine yeniden genişlemesi bekleniyor. Ancak ABD seçimleri sonrası dalgalanma bu görece olumlu algıyı tersine çevirebilir. Fed, aralık ayında faiz artırımına giderek 20164yı tek artırımla kapattı, 2017’de ise genel beklenti şimdilik iki faiz artırımı ancak seçim sonrası belirsizlik öngörüyü zorlaştırıyor. Avrupa ve Japonya Merkez Bankaları ise genişlemeci duruşunu koruyacak. Petrol ve genel olarak emtia fiyatlarında bir toparlanma var; OPEC ve OPEC dışı ülkelerin üretimi azaltmakta anlaşması petrol fiyatlarına bir miktar daha yükseliş getirebilir.Çin’de büyümenin ilk üç çeyrekte istikrarlı seyri, bu başlıktaki endişeleri şimdilik azaltsa da Çin küresel ekonomi için önemli bir risk başlığı olarak takip edilmeye devam edilecek.Küresel ekonominin geneli düşünüldüğünde önümüzdeki dönemle ilgili en temel risk unsurunun siyaset olduğunu söyleyebiliriz. Brexit ve ABD seçimlerinin ardından Avrupa’da yaklaşan seçimler, popülizmin GE’ler için gittikçe belirgin bir risk faktörü olduğunu gösteriyor.

Türkiye ekonomisi

Büyüme ve İstihdam

Yılın ikinci çeyreğinde başlayan yavaşlama eğiliminin derinleştiği görülüyor. Ancak son dönemde büyümede görülen yavaşlamanın dönemsel nedenleri olmakla beraber, artık yapısal olarak da bir yavaşlama trendine girilmiş gibi gözüküyor. Verimlilik artışlarının yerinde sayması büyüme açısından uzun vadede en temel riski oluşturuyor.Diğer yandan büyümenin temel dayanağı olan kredilerdeki veya (özel sektör)borç artışındaki büyüme hızının, görece yavaşladığını görüyoruz. Her ne kadar son dönemde tüketici kredileri kaynaklı bir ivmelenme yaşansa da kredi artış hızı nominal GSYH büyümesini ancak yakalayabiliyor. Bu zayıflamanın hem kredi arzı hem de kredi talebi kaynaklı olduğu gözüküyor. Örneğin kredilerin mevduata dönüşme oranlarının yüzde 115 seviyelerinde seyretmesi (yani bankaların ana kaynakları olan mevduatların üzerinde kredi vermeye başlamış olmaları), sorunlu kredilerdeki artış ve Merkez Bankası’nın (sermaye hareketlerinin zayıf seyretmesi dolayısıyla) “kalıcı” likidite yaratamaması, arz tarafındaki sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Diğer yandan genelde borçluluğun yükselmiş olması da özellikle hanehalkları nezdinde kredi talebini dizginleyen bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.Deloitte’a göre yılın tamamı ve 2017 için büyümenin son çeyrekteki seyri kritik olacak ancak şu an için 2016’nın yüzde 2,6 civarı bir büyüme ile kapatılması, 2017’de ise büyümenin yine bu düzeylerde oluşması bekleniyor.Önümüzdeki dönem için büyümede yavaşlamanın devam ettiği ve işgücüne katılım oranının ise tekrar azalma trendine girmediği bir senaryoda işsizlik oranında artışın kaçınılmaz olduğu gözüküyor.

Enflasyon ve para politikası

Tüketici fiyatları enflasyonu (TÜFE) genelde hedef üstü ve dalgalı bir seyir izlerken, üretici fiyatları enflasyonu (ÜFE) düşük düzeylerini koruyarak maliyet yönlü baskıların sınırlı kaldığını gösterdi.Merkez Bankası, mart ayında başladığı faiz indirimlerine kurda yaşanan dalgalanmadan ötürü ekimde ara verdi; TL’deki sert değer kaybı kasım toplantısında ise yaklaşık 25 baz puanlık bir faiz artırımı getirdi. Böylece banka, liradaki zayıflama ve enflasyon dinamikleri konusunda rahat olmadığını göstermiş oldu; ayrıca piyasa beklentilerinin üzerinde adım atarak gerektiğinde harekete geçeceğinin de sinyalini verdi. Bu esnada Merkez Bankası, çeşitli likidite önlemleri ile önce TL piyasasında rahatlama yaratmaya çalıştı; ancak son dönemde bunların yerini kurda yaşanan sert değer kayıpları dolayısıyla döviz likiditesi sağlamaya yönelik önlemler aldı. Rapor yayına hazırlandığında kur tarafında devam eden kayıplar, Merkez Bankası üzerindeki baskının ortadan kalkmadığını, belirsizliklerin artarak devam ettiğini gösteriyor. TÜFE’deki oynaklık ve son dönemdeki gerilemede ana etken gıda fiyatlarıydı. Bu gerilemeye gerek baz etkisi gerekse kurun son aylara kadarki görece istikrarlı seyri sayesinde çekirdek enflasyon da eşlik etti. Ancak TL’nin son dönemdeki sert kayıpları, çekirdek enflasyondaki bu olumlu tablonun sona ereceğine işaret ediyor.

Maliye politikaları ve kamu borcu

Bütçe gelişmeleri manşet düzeyde çok alarm verici olmasa da, önemli bazı riskler de barındırıyor. Geçen yılın aynı döneminde 398 milyar TL olan merkezi yönetim gelirleri, 2016 Ocak- Ekim döneminde 448 milyar TL ile reel bazda (enflasyon etkisinden arındırılmış olarak) yüzde 4,4’lük bir artış kaydetti. Ancak aynı dönemde giderlerin 404 milyar TL’den 460 milyar TL’ye reel olarak yüzde 5,6 yükseldiğini gördük. Daha önemlisi faiz dışı giderler (reel bazda) yüzde 8’lik oldukça yüksek bir artış ile 356,8 milyar TL’den 415,4 milyar TL’ye çıktı. Böylece yılın ilk 10 aylık döneminde 12 milyar TL civarında bir bütçe açığı ve 32,4 milyar TL civarında bir faiz dışı fazla kaydedildi. 2015 yılının aynı döneminde de 6,2 milyar TL bütçe açığı verilmiş FDF ise 41,2 milyar TL olmuştu. Faiz dışı giderlerdeki artışın vergi gelirlerindeki artıştan hızlı seyretmesi, bir defaya mahsus gelirler hariç tutulduğunda faiz dışı dengenin artık belirgin şekilde açık verir hale gelmiş olması ve faiz dışı giderlerin kontrol edilmesinde yaşanan güçlükler bu risklerin başında geliyor. Ek olarak, son dönemde kamu harcamalarında saydamlık konusuna özellikle uluslararası kuruluşlar tarafından (IMF, OECD, Dünya Bankası) sıkça dikkat çekildiği gözlemleniyor.Merkezi yönetim borç stoku ise görece istikrarlı seyrini sürdürüyor. Ancak yukarıda değinilen riskler göz önünde bulundurulduğunda, maliye politikasında manevra alanın çok geniş olduğu da söylenemiyor.

Ödemeler dengesi ve kur

Cari açıkta, düşük enerji fiyatlarının desteklediği daralma eğiliminin son aylarda tersine döndüğü görülüyor. Enerji ve altın hariç cari dengedeki bozulma, temelde turizm gelirlerindeki zayıflamadan kaynaklandı. Dış ticaret tarafında da son aylarda bir bozulma görülüyor. Deloitte’un beklentisi 2016 yılının 34-35 milyar dolar civarı bir cari açık ile tamamlanmasından sonra 2017’de de benzer (hatta bunun hafif üstünde) bir düzeyin gerçekleşmesi. Türkiye’nin 200 milyar dolar civarında bir finansman ihtiyacı olduğu hesaplanıyor. Geçmiş yıllara bakıldığında bu rakamın aslında çok da yüksek olmadığı söylenebilir. Ancak gerek küresel piyasalardaki riskler, gerekse içeride siyasi ortamın yarattığı belirsizlik ve liradaki hızlı değer kaybı nedeniyle finansman açısından bizi çok da kolay bir yılın beklemediği değerlendiriliyor.

TABLO Başlığı:

DELOITTE’UN 2017 BEKLENTİLERİ

 

 


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next