Dr.Umut Ekmekçi ile İnovasyon Hakkında Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Dr. Umut Ekmekçi / Sabancı Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Enerji ve Nanoteknoloji Yüksek Lisans Program Direktörü 

“Bütün mesele farklılıklara açık olmak”

Küreselleşen ve rekabet koşulları sertleşen günümüz ekonomisinde “inovasyon” şirketlerin bir numaralı gündemi. Sabancı Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Enerji ve Nanoteknoloji Yüksek Lisans Program Direktörü  Dr. Umut Ekmekçi inovasyonu “değer yaratan yenilik” olarak tanımlıyor. İnovasyon için proaktif ve farklılıklara açık olmanın, insana değer veren bir ortam yaratmanın önemine dikkat çekiyor.  

Türkiye’de inovasyon konusunda danışmanlık ve eğitimler veriyorsunuz. Bize kendinizden bahseder misiniz?

Aslında birkaç farklı şapkam var. Biri sizin de bahsettiğiniz gibi; inovasyon süreçlerinin stratejik olarak yönetimi konusunda yaptığım çalışmalar. Kritik problem ve ihtiyaçların belirlenmesi, yaratıcı çözümlerin üretimi, bu çözümlerin fizibilitesi ve projelendirilmesi, test edilmesi ve pazara sunulmasını kapsayan inovasyon sürecinin tüm halkalarında, kurumlara destek olmaya çalışıyoruz. Ayrıca kurumların inovasyon stratejilerinin ve portföylerinin belirlenmesi, inovasyon kültürünün oluşturulması, inovasyonun iç ve dış iletişiminin yapılması gibi konuları da kapsayan, “kurumsal inovasyon sistemi” ismini verdiğimiz bir yaklaşımımız ve özgün bir modelimiz var.

Bir diğer şapkam da Sabancı Üniversitesinde öğretim üyesi olarak sürdürdüğüm çalışmalar. Lisans düzeyinde öğrencilere yaratıcı düşünme, inovasyon yönetimi, girişimcilik gibi alanlarda dersler veriyorum. Yüksek lisans seviyesinde de, profesyonellere yönelik olarak yeni açılacak olan Teknoloji ve İnovasyon Yönetimi master programının ve geçtiğimiz senelerde açtığımız Enerji Teknolojileri ve Yönetimi programının direktörlüğünü sürdürüyorum.

Değer yaratan yenilik

İnovasyonu nasıl tanımlayabiliriz? Size göre inovasyon nedir? Nasıl hayatımıza girdi ve önem kazandı?

Sanıyorum “inovasyon” kelimesinin Türkçe bir kelime olmamasından da ötürü, anlamı konusunda halen bir fikir birliği ve ortak algı oluşmuş değil. Yaklaşık beş sene önce TDK’nın önerdiği “yenileşim” kelimesinin de, günlük kullanımda benimsenemediğini ve kavramı tam olarak da açıklayamadığını görüyoruz. Dolayısıyla; inovasyon, yenilik, yaratıcılık, icat, Ar-Ge gibi kavramlar hala iş dünyasında ve üst yönetim seviyelerinde bile birbirleriyle karıştırılıyor ve ortak algı oluşamıyor.

İnovasyonu üç basit kelimeyle tanımlayalım, sonra da içini açalım. İnovasyon kısaca “değer yaratan yenilik” demek. Buradaki değer kelimesini detaylandırmamız gerekiyor. Değer, ama kimin için? İki ana grup var; yeniliği tasarlayanlar ve kullananlar. Kullanıcı için değer yaratabilmesi demek, o yeniliğin bir sorunu çözmesi, ihtiyaca cevap vermesi demek. Tasarımcı için değer yaratması da, o yeniliğin hayata geçmesi, pazara sunulması ve ek katma değer / gelir yaratması demek. Dolayısıyla inovasyon denildiğinde, hem ticari katma değerden, hem de toplumsal katma değerden bahsediyoruz.

Uluslararası standardı ve ortak algıyı oluşturma amaçlı Oslo El Kitabına göre de; inovasyon hem yepyeni, hem de önemli derecede iyileştirilmiş çözümleri içeriyor. Beş alanda inovasyon yapılabiliyor; ürün, süreçler, pazarlama ve satış, organizasyon ve iş modelleri.

İnovasyonun hayatımıza girmesi ise aslında hiç de yeni değil. Yaşam başladığından bu yana, tüm canlıların gelişimi yeniliklere, evrimlere ve devrimlere dayanıyor. Çünkü koşullar değişken. Değişken koşullarda, bugünkü problemi dünkü yöntemle çözemeyebiliyorsunuz. Yeni problemler ve krizler, yeni yaklaşımlar ve çözümler gerektiriyor. Dolayısıyla inovasyonun öneminin arkasında, ilk başta bu “reaktif hayatta kalma” stratejisi yatıyor. Günümüzde yepyeni problemler ve krizler de çok daha sık karşımıza çıktığından, reaksiyon vermek ve inovasyon kaçınılmaz oluyor.

Artık ekmek aslanın ağzında değil, midesinde. Dolayısıyla farklılaşmaya ve proaktif olmaya her zamankinden fazla ihtiyaç var.

Bir diğeri de “proaktif olabilme ihtiyacı”. Yani bir problem henüz ortaya çıkmadan, onu öngörebilmek, ona hazırlıklı olmak. Öncü olmak. Değişimin liderliğini yapmak. Farklılaşmak. Buna da mecburuz, çünkü rekabet her zamankinden daha fazla. Artık ekmek aslanın ağzında değil, midesinde. Dolayısıyla farklılaşmaya ve proaktif olmaya her zamankinden fazla ihtiyaç var.

Dünyada bu kavramın iş dünyasının gündemine yoğun olarak gelmeye başlaması 1990’larda olmuştu. Türkiye’de ise bu kavramı 2000’lerin başında kimse bilmezdi. Çünkü o yıllarda biz henüz kalite dönüşümüne, yani bu sürecin bir önceki halkasına yoğunlaşmış durumdaydık. Düşük maliyetli üretim stratejisinden, kaliteli üretime, dışa kapalı pazardan, küresel rekabete açık pazara geçmeye çalışıyorduk. Aslında yine inovasyon yapıyorduk, kaliteyi arttırma adına yaptığımız tüm iyileştirmeler de inovasyonun kelime anlamına cevap veriyordu. Ama ismine inovasyon demiyorduk. Fakat yepyeni çözümler, yepyeni ürün ve hizmetler konusu 2000’lerin ortalarında gündemimize gelmeye başladı. İnovasyon kavramını telafuz etmeye başladık. Kavram hızla popülerleşti. Ama altı ne kadar doldu derseniz, o da farklı bir konu. Biz halen “inovasyon nedir?”, “neden önemlidir” seviyesindeyiz, ama artık “inovasyon, ama nasıl?” sorusunun cevabını araştırıyor ve veriyor olmamız gerekiyor. Son 10 senedir aynı kavramın ne olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışıyorsanız, ivme kazanmanın zamanı gelmiş demektir.

Problem varsa fırsat da vardır

İnovatif düşünmek ve hayata geçirmek için neler yapmalıyız? Şirketlere önerileriniz nelerdir?

Yaratıcı düşünmek ve yaratıcı fikri hayata geçirmek, ayrı ayrı ve detaylı olarak düşünmemiz gereken iki süreç. Yaratıcılık, aslında öncelikle “eleştirel düşünme” ile başlıyor. İlk adımı mevcut varsayımları, mevcut kuralları, çözümleri kabul etmemek. Problem görebilmek. Bir yerde bir sorun varsa, bir çözüm ihtiyacı da vardır. Problem varsa fırsat da vardır. Hep böyle düşünmek gerekiyor. Sanıyorum bizim kültürümüzde “sorun” negatif bir anlam taşıyan bir kelime. Oysa sorun kelimesi bana hep “fırsatı” çağrıştırıyor. Dolayısıyla ilk adım problemi, ihtiyacı görebilmek.

Bütün mesele farklılıklara açık olmak, bireylerin farklılıklarından değer yaratabilmek.

Yaratıcılığın belli bir formülü yoksa da hem bireylerde hem de ekiplerde yaratıcılığı besleyen faktörler ve koşullar var elbette. Makro seviyede, o ülke kültürünün, geleneklerinin, öğretilerinin, politikalarının, eğitim altyapısının, günlük uygulamaların yaratıcılığı destekliyor, önemsiyor ve yüceltiyor olması şart.

Ekiplerin yaratıcılığından bahsettiğimizde de, konu yine farklılıklara geliyor. Yaratıcılık genel kanının aksine, bireysel değil son derece kolektif bir süreç. Tek başına hiç de anlamlı ve özgün olmayan parçaların, bir araya geldiklerinde çok daha özgün ve anlamlı sonuçlar ortaya çıkartabilmeleri ancak kolektif zeka ile mümkün olabiliyor. Bütün mesele farklılıklara açık olmak, bireylerin farklılıklarından değer yaratabilmek. Farklı fikirlerin rahatça ifade edilebildiği, özgürce paylaşılabildiği, yenilikçi fikirleri deneme imkanlarının yaratılabildiği, öncelikle insana değer veren bir ortam oluşturabilmek.

Yaratıcı fikrin hayata geçmesi de, sürecin ikinci ve olmazsa olmaz adımı. Buradaki en büyük yanılgı, inovasyon sürecini yaratıcılıktan ibaret sanmak. Oysa inovasyon sorunla ve yaratıcı çözümle başlayan, ama en önemlisi “projelendirmeyle” devam eden bir süreç. Bir fikrin fizibilitesinin yapılması, doğrudan ve dolaylı kazançlarının ve maliyetlerinin hesaplanması, müşteriye değer vaadinin, yarattığı katma değerin ve getirdiği farklılığın doğru olarak tanımlanması en önemli adımlar. Projelendirme sürecinin son derece sistematik, belli bir yöntem ve süreci takip ederek yapılması gerekiyor. Firmalardaki en büyük eksikliğin bu olduğunu düşünüyorum. Yaratıcı fikir üretiliyor, ama bu fikir hangi hedefi, hangi iş stratejisini desteklemek üzere üretiliyor? Neden bize gerekli? Bize katkısı ne? Nasıl hayata geçirelim? Kiminle işbirliği yapalım? Bütün bu soruların cevaplarının bulunması gerekiyor.

Dünyada inovasyon konusunda neler yapılıyor? Başı çeken ülkeler ve faaliyetleri nelerdir?

Farklı sektörlerde ve teknolojilerde, farklı ülkelerin uzmanlaştığını ve yoğun yatırımlar yaptıklarını görebiliyorsunuz. ABD, Japonya, G. Kore, Almanya, İngiltere, İsviçre, İsveç, Finlandiya gibi ülkeler dünya inovasyon liginde, hem girdi (yatırımlar), hem de çıktılar (patentler, inovasyona dayalı katma değer vs.) gibi konularda yıllardır zaten üst sıralarda olan ülkeler. Öte yandan, bir de bu üst sıraları hızlı bir şekilde zorlamaya başlayan, örneğin nanoteknoloji ve yeni malzemeler, yapay zeka, robotlar, giyilebilir teknolojiler, mobil teknolojiler gibi alanlarda hızla kapasitesini arttıran ülkeler var; Çin, Rusya, İsrail, İran, Hindistan bu grubun en güzel örnekleri. Dolayısıyla eskiden düşük maliyetli üretim rekabet stratejisini benimsemiş birçok ülkenin, inovasyon kapasitesini zamanla arttırdığını ve stratejilerini değiştirmeye başladıklarını görüyoruz.

5 önemli inovasyon trendi

Bize geleceği şekillendireceğini düşündüğünüz önemli projelerden bahseder misiniz?

İnovasyonda çok önemli olduğunu düşündüğüm beş trend var;

  1. Malzeme teknolojileri. Özellikle nanoteknoloji, grafen gibi teknolojiler çok kritik. Artık önemli olan sadece yerli üretim ve yerli markalı bir araç üretmek değil, o aracın tüm komponentlerini özel yeteneklere sahip şekilde tasarlayabilmek ve üretebilmek. Bu açıdan nanoteknoloji çok büyük potansiyeller sunuyor ancak ülkemizde ne yazık ki yeterince tanınmıyor. Oysa nanoteknolojinin plastik, alüminyum, tekstil, cam, çelik gibi tüm malzemelerde birçok uygulamaları mevcut.
  2. Üç boyutlu baskı teknolojisi. Basit plastik parçaların, küçük ölçeklerde üretimi ile başlayan üç boyutlu baskı teknolojisi, şu an bir çok malzemenin yüksek ölçeklerde, yüksek detayda ve hızlı bir şekilde basımına ve üretilmesine dönüşmüş durumda. Öyle ki, artık bir ev ya da arabayı çok büyük oranda üç boyutlu yazıcılar ile imal etmek mümkün olabiliyor.
  3. Akıllı sistemler. Tüm komponentlerin birbiriyle ve mobil teknolojilerle bağlantıda olabildiği kompleks sistemlerden bahsediyorum. Artık katma değer yaratan tek bir komponenti üretmenin ötesinde, tüm bir sistemi tasarlayabilmek ve bu sistemi akıllı hale getirebilmek.
  4. Büyük veri. Mobil cihazlar ve sensörler yardımıyla, büyük miktarlarda veriyi sürekli toplamak, bunları analiz etmek, anlamlandırmak ve bu şekilde proaktif ve prediktif çözümler üretebilmek.
  5. Enerji teknolojileri. Elektriğin tüm sektörler için çok önemli ve maliyeti yüksek bir girdi olduğu günümüzde, enerjiyi çok daha düşük ticari ve toplumsal maliyetlerle üretebilecek, sürekliliği olan, verimi yüksek enerji teknolojileri tüm sektörle ve kurumlar için kritik önemde.

“Kolektif yaratıcılığa odaklanmalıyız”

Son dönemlerde Türkiye’de de inovasyona önem veriliyor. Ülkemizde gerçekleştirilen inovasyon faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konuda gelişmiş ülkeleri örnek alırsak neler yapmalıyız?

Daha önce de bahsettiğim gibi; inovasyon konusunda ülkemiz hala “ne” ve “neden” sorularını cevaplandırmaya çalışıyor. Oysa artık “nasıl” sorusunun cevabına odaklanmamız gerekiyor. Artık inovasyon kapasitesini sürdürülebilir şekilde nasıl arttırabiliriz, kurumsal inovasyon sistemi nasıl kurulur, nasıl hayata geçirilir, nasıl geliştirilir sorularına cevaplar bulmamız gerekiyor. Hem mikro, hem de makro seviyede halen ağırlıklı olarak niceliksel verilere odaklanıyoruz. Bir Ar-Ge mühendisinin şirket içerisinde toplam kaç saat bulunduğu değil, o saat içerisinde nasıl bir katkı ürettiği bizler için önemli olmalı. İşbirliğine dayalı, açık inovasyon kavramını benimsememiz gerekiyor. Lider ülkelerde inovasyonun, işbirliğinin fiziki ve coğrafi sınırları çoktan aştığını görüyoruz. Oysa biz halen inovasyonu ofislerin, merkezlerin içine sığdırmaya çalışıyoruz. Artık üniversite ve sanayi arasında bilgi akışını ve ürüne yönelik işbirliğini sağlayacak arayüzleri oluşturmanın, rekabet öncesi işbirliklerini konuşmanın ve hayat geçirmenin zamanı. Ne yaratıcılık ne de inovasyon bireysel aktiviteler değildir, bireyler ve kurumlar tek başlarına, izole bir fanusun içinde gerçekleştiremezler. Ulusal inovasyon modelimizin, kolektif yaratıcılık ve inovasyona dayanması gerekiyor.

Reaktiften proaktif stratejiye geçmek zamanı

Otomotiv sektörü ve inovasyon hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz? Yapılması gerekenler konusunda önerileriniz nelerdir?

Otomotiv sektörü, diğer birçok sektörden girdi alan, dolayısıyla teknolojik gelişimi tetikleyen, çok önemli bir istihdam potansiyeli yaratan, ekonominin lokomotif sektörlerinden biri. Ülkemizde de hem ana sanayinin hem de yan sanayinin, kaliteli üretim yapma konusunda çok önemli bir kapasite geliştirdiğini ve dünya sıralamasında hep üst sıralarda olduğunu görüyoruz. Ancak özgün çözümler geliştirme, özgün tasarımlar yapabilme, dolayısıyla mühendislik kapasitesini kullanma ve hayat geçirme konusunda halen zayıfız. Kurumlarımızın çoğu, yerli markayla üretim yapan ana sanayi firmalarımızın eksikliğini, dolayısıyla özgün çözümler konusunda talep yaratan ve lokomotif görevi görebilecek ana sanayinin olmamasını mazeret olarak öne sürüyor. Ama bu zinciri kırabilecek olan da, yine yerli yan sanayi firmalarımızın kendileri. Reaktif stratejiden proaktif stratejiye geçmek, sadece sipariş üzerine değil, teknolojik trendleri izleyerek ve onlardan faydalanarak özgün tasarımlar geliştirmek ve bunları ana sanayiye ısrarla anlatmak, pazarlamak gerekiyor. Otomotiv sektöründeki firmalarınızın çok büyük kısmında, inovasyona dair stratejilerin, inovasyon proje portföylerinin olmadığını görüyorsunuz. Hızlı bir şekilde, bu sistematiğin ve kapasitenin şirketlerde oluşturulması gerekiyor.

İnovasyona olan ilgimizi, yatırımlarımızı istikrarlı bir şekilde devam ettirmek, bilgimizi ve kapasitemizi sürekli yukarı taşımak zorundayız. Ülke olarak hak ettiğimiz refah ve kalkınma seviyesine ulaşmamızın tek yolu, politikalarımızın ve kültürümüzün odağına bilimi, teknolojiyi, inovasyonu, bilgiyi koyabilmek ve yılmadan, istikrarla bu yolda yürüyebilmek. Tüm kurumlarımıza bu yolda dünya ölçeğinde başarılar diliyorum.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next